Susmak hareketsizlik değil sonsuz olasılıkları içinde barındıran bir içsel eylemdir. Kırgınlığı, kızgınlığı, sevgiyi, saygıyı ve pek çok başka duyguyu içinde saklar.
Bazen dilimiz susar fakat zihnimizin sesini dinleriz.
Kalbimiz tüm boşboğazlığı ile döker içinde ne varsa.
Duyan olmaz zannederiz. Fena yanılırız.
Sustuklarımızı aslında o kadar yüksek bir iç frekansla bağırırız ki hayatın akışının farkında olan herkes bunu duyabilir. Hatta görebilir. Kelimeler diğer duyu organlarına aktarılmıştır dil susunca çünkü.
Görevi önce gözler devralır. Derler ya gözler kalbin aynasıdır diye. Sonra mimikler… Ki en ufak kas grubunun bile bir vazifesi vardır duyguları anlatmada.
Utanç, yalan, sevgi, nefret gibi durumlar bu mimikler ile ifade edilir.
Bir şekilde hep ele veririz kendimizi.
Susmak, bazen bir savunma mekanizmasıdır aynı zamanda. Kelimelerin yetersiz kaldığı anlarda, içimizde biriken duyguların dışa vurumunu engellemeye çalışırız. Ancak, bu sessizlik içinde bile kendimizi ifade etmenin başka yollarını buluruz. Bir gülüş, bir hüzünlü bakış ya da umarsız bir omuz silkmek bile, anlatmak istediklerimizin hâl sesidir aslında.
Duygularımız, kelimelere dökülmeden önce vücut dilimizle, gözlerimizle ve hatta duruşumuzla belirginleşir. Kimseye bir şey söylemeden de içindekileri ortaya koyabiliriz. Belki de en derin hisler, en zarif jestler böyle açığa çıkar. Bir bakış, bir elin sıkılışı ya da bir mahcup duraksama, hepsi ruh halimizi ve niyetimizi yansıtır.
Kimi zaman en güçlü ifade, dilin sustuğu anlarda özgürleşir.
Bazen, kalbimizin sesini dinlemekten vazgeçip, toplumsal normların ve beklentilerin yankısına kapılırız. O zaman, içsel sesimiz susar ve bu durum, ruhumuzun derinliklerinde bir boşluk yaratır. Fakat bu suskunluk, bir gün mutlaka kırılacaktır. Çünkü gerçek duygular, en karanlık anlarda bile kendine bir ışık bulur. Sözler geri döndüğünde, öylesine güçlü ve etkileyici olurlar ki belki de işte o an ruhumuzun tam bir özgürlüğüdür.
Üzerinde düşünülmemiş olsa bile derinlere kazınmış bir hikâye gibidir susmak. Anlatılmadıkça büyür lakin ifade edildikçe de tereddütlerimizden kurtulmuş oluruz.
Gerçek bağlantılar, bu suskun anlarda bile rahatlıkla kurulabilir. Bazen sadece minik bir bakış, hafif bir gülümseme veya şefkatli bir dokunuş yeter. Çünkü duygular, en nihayetinde en iyi tanıdığımız dilde, kalpten kalbe akan bir his köprüsü kurar.
Ve elbette unutmamalıyız ki, her suskun an, yeni bir kalbî kelimenin habercisi olabilir.
Ses, kalbin dile gelmesidir çünkü. Susmak ise onu dinlemeye değer bulmaktır.
Sustuğumuz her seferde, belki de bir başka duygunun filizlenmesine zemin hazırlıyoruzdur. Kimi zaman derin bir nefes, kimi zaman bir cümle ile sustuklarımızı dile getirdiğimizde, aradığımız içsel huzuru buluruz.
Susmak ve cesurca konuşmak arasındaki dengeyi sağlamak için öncelikle kendimize ve duygularımıza karşı dürüst olmamız gerekir. Bazen sessizlik, düşüncelerimizi ve hislerimizi toparlamak için bir fırsat sunarken, diğer zamanlarda kelimelerle duygularımızı ifade etmek, ruhsal birikimimizi dışa vurma ihtiyacımızı karşılar.
Bu dengeyi kurmak için, her iki tarafı da dikkate almalı; suskunluğun getirdiği huzuru ve ifadenin sunduğu özgürlüğü bir arada yaşayabilmeliyiz.
Kendi iç sesimizi dinlemek, gerektiğinde sessiz kalmak ve icap ettiğinde duygularımızı ifade etme cesaretini göstermek, kişisel gelişimimizin önemli bir parçasıdır.
Sonuç olarak, insan olmanın getirdiği zengin duygularla bu karmaşık yaşam yolculuğunda hem susarak hem de cesurca konuşarak kendimizi keşfetmeye ve ifade etmeye devam ederiz.
Bu dengeyi sağladığımızda hem içsel huzurumuzu koruruz hem de diğer insanlarla bağlarımızı güçlendiririz.
Ses, kalbin dile gelmesidir; susmak ise onu dinlemek…
Hatice Fahrunnisa
Kalpten dökülen, kalbinizin güzelliğini ortaya koyan, ne güzel bir yazı olmuş Maşallah
Tesekkur ederim Yasemin hanım.