Yeryüzünde söylenmiş en güzel kıskançlık şiiri, Türk halk şiirindeki şu iki dizedir:
Yüzünde göz izi var,
Sana kim baktı yârim?…
Aziz Nesin
“Ey benim bahtı yârim, gönlümün tahtı yârim
Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yârim”
Ünlü halk ozanımız Karacaoğlan’a ait olduğu bilinen bu mısralar, sevgiliye duyulan kıskançlığın en güzel ifadelerinden birisidir.
Yaradan’ın içimize tohumunu ektiği bu duygu sevginin ayrılmaz bir parçası olmuş, onunla birlikte büyümüş, aşkın gücü nispetinde yürekte yer edinmiştir. Hâl böyle olunca sanatların sultanı kabul edilen şiirde kendine çokça yer bulmuş gönlümüze iz bırakan mısraların sesi olmuştur.
Karacaoğlan ile devam edelim…
“Gündüz hayallerim, gece düşlerim
Uyanınca ağlamaya başlarım
Sevdiğim üstünden uçan kuşların
Tutup kanadını kırmak isterim.”
Mevzu kıskanmak olunca yâr zülfüne değen sabah yeline, semada uçan kuşa, hatta bir sineğe bile düşman oluyor aşık kişi…
Aşık Ali İzzet Özkan da aynı duygularla devam ediyor söze:
“Mühür gözlüm seni elden
Sakınırım, kıskanırım
Uçan kuştan, esen yelden
Sakınırım, kıskanırım.
Havadaki turnalardan
Su içtiğin kurnalardan
Giyindiğin urbalardan
Sakınırım, kıskanırım.”
Yâr mevzubahis olunca uçan kuşu, esen yeli, turnayı, kurnayı, urbayı ayırt etmeksizin sakınıp kıskanmak şöyle dursun şiirin devamında bakın kimler de payına düşeni alıyor:
“Beşikte yatan kuzundan,
Hem oğlundan, hem kızından,
Ben seni senin gözünden
Sakınırım, kıskanırım.
Ali İzzet’i yoncalardan
Elindeki goncalardan
Yerdeki karıncalardan
Sakınırım, kıskanırım.”
Aşık Ali İzzet Özkan’a göre sevgili, kendi gözünden bile kıskanılan kişidir…
Türk şiirinin zirve isimlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel alıyor sözü:
“Sakın bir söz söyleme… Yüzüme bakma sakın!
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur.
Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın,
Annen bile okşasa benim bağrım kan olur.”
Yine Faruk Nafiz bir başka şiirinde kıskançlığın en yürek parçalayan sahnelerinden birini çiziyor hayâl tablomuza…
“Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü,
Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim. Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü, Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim.”
Elbette ki her duygu yönetildiği sürece güzeldir. Her sabah aynadaki yüzümüze “sevgini yönet, acılarını yönet, zaaflarını yönet” desek ne güzel olur değil mi? Çünkü yönetilemeyen sevgi, hem seven hem de sevilen için bir zindana dönüşür, her iki tarafa da zarar verir. Kıskançlıktan sevdiğini öldürenler gördük… İnsan hiç sevdiğini öldürür mü? Bu ahvâl, sevgiyi ve kıskançlık duygusunu yönetemiyor olmanın hazin bir sonucudur.
Acılarımızı ve zaaflarımızı da yönetmemiz icap eder. Yönetilen acı insanı olgunlaştırır. Zaaflarımızı yönetebilirsek onlar birer meziyete dönüşür. Yönetemezsek onların esiri oluruz.
Kadim şiirimizin zengin hazinesinde sayfalara, hatta kitaplara sığmayacak kadar kıskançlık duygusunu muhteşem söz sanatlarıyla anlatan nice şaheserler vardır. Burada birkaç güzel örneğini sunmakla yetinelim ve son sözü hecenin büyük ustalarından Abdurrahim Karakoç’a verelim.
“Kıskançlık çakılı kazıktır serde
Bölünsün bu rüya en tatlı yerde
Seni canlı kullar öpmesinler de
Kefenler sarılsın topraklar öpsün.”
Mevla, şiir tadında yaşamayı ve fıtratımızın bir gereği olan bu hisleri yerince yaşayarak onlarla hayatımıza değer katmayı nasip etsin.
Aziz Kardeşim! Çok hassas bir konuya temas etmişsiniz. Kısaca ve net olarak tadı damakta kalacak bir yazı okuttun. Varlığına şükran…